martes, 22 de septiembre de 2015

aile saadeti + rivka

ediz (6.5) ve rivka (34)
aksel ve ediz istanbul'dayken en yakın arkadaştılar. şimdi aksel israel'de, ediz ise sao paulo'da. aileleri işgüzar ondan. 

ediz, dünya tatlısı bir çocuk ve bizim buradaki tercümanımız. çatır çatır portekizce konuşuyor. bir de sonra bize bilmiş bilmiş tercüme ediyor, tam yenesi! benim adım ona göre vika ama yanlış olduğunu bildiği için genelde annesine beni sorduğu zaman "hani bizde kalan bi abla var ya" diyormuş, şaşkın yaaa:) ben biraz yüz verince -ki çocuk sevmem ama arkadaşlarımın çocuklarının hastasıyım ve şımartmayı severim, sonra azınca anası baksın banane- cumartesi sabah 6.40 (am) kendisi beni uyandırmayı uygun gördü! gözümü açtım hemen soru geldi: "oynayalım mı?"

çocuklu ailelere tekrar hayatta başarılar diliyorum, olmayanlara ve planlayanlara bir daha düşünün diyorum:)



öyle bir tarihe denk geldim ki kardeş (seda), baba (sami) hepsi istanbul'dan kalkmış gelmiş aile saadeti yapacaklar, tabi kambersiz düğün olmaz, bir de ben eklendim:) sağolsunlar ayrım yapmıyorlar. zaten izzet 10 yaşımdaki halimi bilir de siz bilmezsiniz beee... ama her misafirliğin de bir bedeli var. 

o iş bende:)
bazen sucuklu yumurta, menemen gibi yemeklerin yağını pek temizleyemiyorum ama kabasını alıyorum diyelim. onlar da idare ediyorlar beni sağolsunlar. 

pazar gezmesinden
burada park ve bahçe ağırlıklı bir yaşam söz konusu, dolayısıyla biz de tüm sao paulo halkı gibi pazar günü attık kendimizi parque villa lobos'a. büyük mü büyük, köpek alanı, spor alanı, oyun alanı, sahalar... ne ararsanız var. insanı düşünen şehir planlamacılığını çok seviyorum!


ve bir pazar günü klasiği, mangal!
izzet ile eda'nın misafiri, geleni gideni eksik olmuyor maşallah. evleri hep dolu, sofraları hep bereketli. bu sabah 7.30 (am) bir brezilyalı çift geldi, onlara da poğaça -açma yapmışlar, kokuya uyandım ben ve sofraya oturdum lak diye. "yahu, sen bu saatte kalkmazdın, hayırdır?" demedi bir allahın kulu da, o kadar kabullendiler beni:)

bugün seda'cığımın son günüydü. haydi değişik bir şeyler yapalım dedik ve avenida paulista'ya gittik. buranın uzun ve güzel bir caddesiymiş. tüm protestolar, kutlamalar, gay pride parade o caddede olurmuş vs. gidelim mi? gidelim tabi!


bir gittik, zaten 37 derece ve kavruluyoruz. ayrıca her bina bir plaza, sokaktaki herkes takım elbiseli, döpiyesli çalışan. nasıl sıkıldık belli değil ve önce bira -patates sonra attık kendimizi yine parka!

monumento ás bandeiras - flag monument
bunun hemen dibinde ibirapuera parkı var hani geçen gün gittiğimiz. meğersem tam gezememişiz. bugün, geçen keşfedemediğimiz rotaları keşfettik. nasıl güzel, nasıl huzur dolu anlatamam size. muhtemelen bundan sonraki 3 günümü orada geçireceğim.

eeee, artık hava kararmış, biz de yorulmuşuz, eve gidip akşam yemeğine katılma vakti. zaten herkes de gece gece sokakta dolaşmayın bize demiş ve bu bilgi bizim beyin hücrelerimize kadar işlemiş. bende yer-yön hissi kuvvetli ya, şehri de iyi kötü artık biliyorum ya, gel dedim seda'ya ben seni eve götüreyim. bindik bir otobüse gidiyoruz ama ikimiz de kıllanıyoruz. lan geçtiğimiz hiçbir yer tanıdık değil, gidiyoruz gidiyoruz yaklaşıyoruz hissi yok. ne zamandaki kırık dökük bir köprünün üzerinden geçtik ben dedim "tamam, buraya kadar, ahanda kaybolduk. gecekondu mahallesinde bulacağız kendimizi bundan sonrası kısmet". seda da aynı şeyleri düşünmüş olacak ki aynı anda hamle yapıp artık yolu soralım dedik ve evet yanlış yöne gidiyormuşuz.

portuñol denen dil (bkz. ispanyolca ve portekizce karışımı) hiç de zannettiğiniz kadar kolay değil. burada ingilizceyi unutun zaten. ben ispanyolca soruyorum, derdimi anlıyorlar ama cevap portekizce geliyor, e ben anlamıyorum ki!!! ya da önceleri anlamıyordum şimdi kulak yavaş yavaş alışıyor, kelime kapıp tüme varım yapıyorum da zor be kardeşim.

neyse, en son kaybolmuştuk... allahtan gittiğimiz yer yine iyi bir muhitmiş ve eve dönmesi oradan da kolaymış ama hâlâ mesela ben nasıl terse gittik, nasıl eve diğer yönden geldik, nasıl kaybolduk, çözemedim. turist info bulamadım ki bir harita alayım kendimi konumlandırayım. 

eve vardık ya, üzerimizdeki rahatlıkla sedayla birbirimize itiraflara başladık. yahu rivka kendini kaybet eyvallah, kızı niye peşinden sürüklüyorsun değil mi? bir de diyorum, "gel gel, rahat ol, o iş bende, ben biliyorum nereye gidiyoruz, ne kadar yanlış olabilir ki?" 

hayır seda'dan korkmam babasından korkutuğum kadar. babası beni jale'ye (bir aile dostları) benzetiyor ve beni, onu sevdiği kadar seviyormuş ama onu ne kadar seviyor onu bilmediğimden ve kızı da tanımadığımdan biraz kendisinden çekinmiyor değilim:)