siz hiç yurt dışında seyahatteyken türk konsolosluğu'nu ziyaret ettiniz mi?
benim istanbul'da tanıştığım uruguaylılar, haliyle genelde sorun yaşayanlardı ve bunlar her zaman pasaport kaybı/çalınması gibi basit sorunlar da değildi.
evlerini bana açan rosana ve mark ile tanışma hikayem de çok üzücü aslında. hollanda'dan tel-aviv'e istanbul üzerinden pegasus ile aktarma yaparken rosana'nın annesi rahatsızlanır ve maltepe'de hastaneye kaldırılır. beş gün sonra annenin vefatı üzerine, ben devreye girerim ve naaşı morgdan almakla başlayıp, levazımatçıda naaşın hazırlanmasından, gönderilmesine kadar gerekli evrak işlerine girişirim biricik seval hanımla beraber. geçen sene doğum gününde ne yaptın diye sorarsanız, levazımatçıdaydım diyebilirim ancak size.
ama güzel şeylerden bahsedelim...
![]() |
| la rambla - montevideo sahili |
montevideo'da iki tür bina göze çarpıyor. birincisi ispanyol sömürge döneminden kalma ekonomik duruma göre görkemli ya da gösterişsiz evler. ikincisiyse, istanbul'dan çok alışkın olduğumuz modern çok katlı binalar ki burada apartman dairesinde oturmak zenginlik göstergesi sayılıyor. sömürge döneminden kalma bir evdeyseniz kalorifer yok, taş binada gaz ya da odun sobasıyla ısınmaya çalışıyorsunuz. biz gaz sobasıyla ısınmaya çalışan ekipteniz ki ben hiç ısınamıyorum! ısınmak için sokağa çıkıyorum desem yeridir zira evin içi, dışarıdan soğuk oluyor. mesela şu an size yazıyorum ya, aslında parmaklarımı hissetmiyorum... kıymetinizi biliniz lütfen:) yatağımdaki elektrikli battaniye mütemadiyen açık. burnumun soğuktan donup düşmesini engellemek içinse gece yorganı kafama kadar çekip yatıyorum. şartlar çok çetin ama montevideo kışı bizim kışımız gibi soğuk bile değil, en çok da ona üzülüyorum işte...
buraya eylül sonu teslim etmek zorunda olduğum bir çeviriyle geldim, dolayısıyla ilk birkaç gün kütüphane kütüphane gezip çalışabileceğim sıcak bir ortam aradım. 10. günümde bu arayıştan vazgeçip, kütüphanede donarak öleceğime, uruguaylı tüm mimarlara sövdükten sonra kaldığım evde donarak ölmeyi tercih ederek evde çalışmaya başladım. hava güneşliyse keyfime diyecek olmuyor ama -ki ben genelde gittiği her yere güneşi götürmeyi başarmış bir insanım. dediklerine göre hiç bu kadar güneşli olmazmış hava, şanslı kızım evelallah ne diyeyim:)
![]() |
| açık ofis böyle bir şey miydi? :) |
sabah alarmsız 9 gibi uyanıp yaklaşık öğlen 2 ya da 3e kadar çeviriyle ilgileniyorum. rosana ve mark işe gitse de evde pek yalnız kalmıyorum. ilgi delisi sjimi (şimi) ve sjors (şorş) beni bahçede hiç yalnız bırakmıyorlar.
günlük çeviri kotamı tamamladıktan sonra biraz hareket olsun diye gezmeye çıkıyorum ve zaten hep gezecek yeni bir yer oluyor. akşamlarıysa havanın soğukluğuna aldırmadan la rambla'ya gidip (tüm sahil şeridine la rambla diyorlar) yürüyüş yapıyorum, zaten azıcık hareket edince ısınıyorsun.
günlük rutinim bu. aslında olmasını istediğim ve korumaya çalıştığım rutin de bu. ama perşembeleri rosana'nın boş günü ve beni hep bir yerlere götürüyor. arada rosana ilkokulda ingilizce öğretmeni demiş miydim? her işten eve gelişinde "allahım sana şükürler olsun doğru kararı vermişim" diyorum. ben de bu kadar yorgun ve bitkin mi görünüyordum acaba?
bir de burada sefarad cemaatine bulaştım azıcık. cemaat başkanı da sağ olsun şahane ilgileniyor benle; dün çıktık, yarın da çıkacağız. ama onları başka bir yazıya saklıyorum.
21 gün birikmiş dile kolay...


