jueves, 27 de agosto de 2015

on the road

şu an mendoza'dayız. günler çok hızlı geçiyor ve biz neredeyse sürekli hareket halindeyiz. hangi gün olduğunu artık zaten bilmiyoruz ve neyi ne zaman nerede yaptığımızı çektiğimiz fotolardan takip edebiliyoruz ancak. 

ben size demiştim, eğer hava güneşliyse kendimi parka atarım diye. allahtan ayak uyduran biriyle beraberim. 



bu ne biçim kış diyebilirsiniz. benim hiçbir şikayetim yok valla. buenos aires'i yürüyerek bitirdik diyebiliriz. ama bugün üzülerek farkına vardık ki yürüyüşlerimiz yediklerimizi yakmamıza yardımcı olmuyormuş, ikimizin de göbeği tavan yapmış durumda:( yine de "tatil kiloları canım bunlar, eve dönünce veririz" deyip et - şaraba devam ediyoruz.

bs. as. sokaklarında kaybolarak gezmek çok kolay, tek yapmanız gereken kendinizi simon'un ellerine bırakmak:) kaybolunca karşımıza güzel ve beklenmedik şeyler çıktı, yaşasın! 

1) uruguay ve arjantin'de dulce de leche denen karamele benzeyen bir tatlı var. bizdeki maydanoz gibi, her şeye ama aklınıza gelebilecek her şeye koyuyorlar ve bizce tadı hiç güzel değil. dolayısıyla nutellalı krep görünce kendimden bir geçmişliğim var ki...

tabağı yaladığım fotoyu koymaya utandım:)

2) "ispanyolcacı" biri olarak kendi adıma eva peron'un mezarından daha önemli olduğunu düşündüğüm bir yer. 

jorge luis borges'in bir ara yaşadığı ev
derken bs. as.'de süremiz doldu ve vurduk kendimizi yollara...

cordoba yolunda
her yerde uyuyabiliyorum ben:)
cordoba'ya vardık ama ne varmak.  durun anlatayım. cuma gecesi evde oturacak değildik herhalde, palermo denen gece hayatıyla ünlü bir yere gidip azcık kurtlarımızı döktük. cuma sabaha karşı uyumuşuz 4 am, otel check-out 10 am, cordoba'ya otobüs 10pm. cmt bütün gün şehirde avare avare dolaşıp simon'a en son "kendimi parka atıyorum, uyuyacağım" dediğimi ve 3 saat kesintisiz uyuduğumu biliyorum, bkz yukarıdaki foto. o yorgunluğa yolculuk da birleşince cordoba'ya perişan vardık. zaten cordoba'ya neden geldiğimizi de anlamadık ya... sevimli olmaktan çok uzak bir kasaba çıktı kendisi. 

neyse dinlendikten ve ancak akşamüstü cordoba'yı gezdikten sonra, ertesi gün civarda, 45 dakika uzaklıkta, villa carlos paz adında daha tatil kasabası havasında bir yere gittik.    


teleferikle bir tepeye çıktık ve aslında tüm günü o tepede geçirdik. şahin gördük, güneşlendik, uzun uzun keyif yapıp önceki günlerin yorgunluğunu üstümüzden attık. 


tabi simon bu, uslu durmuyor, illa bir şeyler deneyecek... 


attığı hiçbir ok çembere değmese de başlangıç seviyesi için iyiyim deyip yine yıkılmaz özgüveniyle beni benden aldı:)



neden bu kadar çok foto koyuyorsun be kadın derseniz açıklayayım; inanmazsınız bloğu takip eden ve türkçe bilmeyen arkadaşlarım var sağda solda. sıkılmayasınız, idare edesiniz, anlayış gösteresiniz. 

ve final... bence tatilimizin ana fikri!

rivka sürekli tualette!!!
cordoba'dan pzt akşam ayrılıp yine 10 saatlik bir yolculuğun ardından mendoza'ya vardık. varır varmaz cordoba'da hiç foto çekmediğimizi fark ettik, foto çekmeye değer bir şey görmediysek demek. 

2 gündür mendoza'dayız. burası şahane. ama yarın sabah buradan ayrılıp şili'nin başkenki santiago'ya geçiyoruz. mendoza maceralarımızı muhtelemelen 1-2 güne kalmaz yazarım. 

evet blog biraz geriden geliyor ama otelde oturup blog yazmak mı, çıkıp dolaşmak mı? 

lunes, 24 de agosto de 2015

let's tango!


simon ben konsolosluk işlerini hallederken benden habersiz bizi tango dersine yazdırmıştı demiştim sanırım.

bu hikaye çok utanç verici ama bir o kadar da komik. iki kendini bilmez bir araya gelince ne oluyor onu görmüş olduk en azından. simon'daki özgüvenin hayranıyım. adam iki hareketi yan yana getiremiyor bir de utanmadan "rivka, adımlarıma uy, beni takip et" diyor. pes! hadi ben beceriksiz ve isteksizim ama insan da azcık kendini bilmeli be kardeşim:)


mesela bu duruş tango hocamız tarafından beğenilmedi, hatta kendisi beni azarladı; "salsa mı kız bu kendini atıyorsun, azcık toparla kendini!"  jajajaja! ay atsam ne olur, toparlasam ne olur, çıkmıyor işte hoca!

1 saatlik tango dersi arkadaşlarımız
sonra kalktık milangoya gittik. çok biliyoruz ya orada dans edeceğiz. hocalar dedi ki "eğer gerçekten çok kötüyseniz ve insanlara çarparsanız sizi kibarca önce pistten sonra milongadan atıyorlar, lütfen bizi utandırmayın".  insan böyle bir baskıyla zaten bildiğini de unutur da biz hiçbir şey bilmeyince sorun olmadı. simon bir ara haydi rivka dans edelim dedi. ay delirmiş bu çocuk! kalktık pistin ortasına geçtik, orası amatörlerin yeri, prolar dış çemberde dans ediyorlar. 

"eeee, nasıl, becerebildiniz mi bari?" dediğinizi duyar gibiyim. bana sorsanız 15 yaşında dostluk ya da yıldırım'da slow dans eder şekilde bir sağa bir sola sallandık. tango diyorsanız bence değil ama simon'a sorsanız şahane dans ettik. kendisindeki özgüven patlaması anlatılmaz yaşanır!

canlı orkestra vardı, tango şampiyonasına katılan bir çiftin gösterisi de vardı.


sonuç olarak çok isteksiz başladığım bir gecede utançtan keyife kadar bin bir farklı histen geçerek geceyi çok güzel kapattım. zaten buenos aires'e kadar gelip tango denememek ve milangoya gitmemek olmazdı. kimse denemedim diyemez. 

  
ps: şu an cordoba'dayız (hâlâ arjantin), yolunuz buraya düşecekse 10 kez düşünün derim. 

viernes, 21 de agosto de 2015

bienvenidos a buenos aires


çoook yorgunum ama tahmin edemeyeceğiniz kadar yorgunum. tüm gün şehri yürüyerek geziyoruz ve aslında buenos aires (bundan sonra ispanyolca haliyle bs. as. diyeceğim) o kadar da küçük değil. 

ve aslında bence ve bizce abartıldığı kadar da bir numarası yok. ben kendimi madrid'de hissediyorum sürekli. simon ise avrupa'da hissediyor. köşe başı starbucks ve avrupa'da bulabileceğiniz cafeler var. ama bir tek arjantin'de bulabileceğiniz şeyler de var tabi, mesela et!! 

- "rivka, 3 ay oralarda ne yapacaksın?" 
- "gut olup döneceğim."

resmen planlarıma uyuyorum. her gün et - şarap, her gün et - şarap. normal değil biliyoruz ama karşı gelemiyoruz. her gün bugün sağlıklı bir şeyler yiyelim diyoruz sonra koyverip yine et - şarap yapıyoruz. yürüyüşlerimiz yediklerimizi yakabiliyor mu çok emin değilim ama et normal bildiğiniz gibi değil buralarda ve yemeden duramıyorsunuz. ben bugün itibariyle kuru eriklerimi ve kayısı çaylarımı kullanmaya başlamış bulunuyorum:(

şehirde şimdiye kadar neler yaptık diye sorarsanız şayet...

eva peron'un mezarı

arjantin parlamentosu
casa roja - türkçe meali beyaz saray olan kırmızı ev:)

la boca
şahsi fikrimi sorarsanız bs. as. sence nasıl rivka diye benim memnuniyetsiz ve züppe olduğumu düşünebilirsiniz zira bence buranın pek de bir numarası yok ayıptır söylemesi. yuh! bs. as.'e gitmiş bir numarası yok diyor dediğinizi duyar gibiyim ama hakikatten burası bildiğiniz bir şehir. montevideo kasabaydı; acelesi olmayan insanların sessiz sakin yaşadığı bir yer. burasıysa şehir şehir; herkesin koşturduğu ve bir yerlere yetişmeye çalıştığı, kalabalığın üstünüze üstünüze geldiği, istanbul gibi bir şehir.  

sürekli ayıptır söylemesi köpek kakasına basmamak için yere bakarak geziyoruz ve mimariyi kaçırıyoruz. çöp konteynırlarının içinde çöpleri ayrıştıran insanlar görüyoruz. elektrik prizleriyle ilgili ciddi sıkıntılar yaşıyoruz, bizim priz uçları buranınkilere uymuyor. evet, biraz negatif bir tablo gibi duruyor ama değil aslında. avrupa'dayız zannediyoruz ya kendimizi ondan oluyor bütün bunlar. hadi gelin, bunlar bizi şaşırtan ilk gözlemler diyelim. ama genel ruh halimiz çok pozitif. keyfimiz yerinde, şehir güzel ve modern, hava ılık bir ilkbahar havası, bizse sürekli yayan gezip şehrin park, sokak ve cafelerinde keyif yapıyoruz! 

simon'a göre arjantinli kızlar güzel değil, hayal kırıklığı içerisinde. bense montevideo'daki  +70 çevremden sonra genç popülasyon gördüğüm için çok mutluyum ve herkes bana yakışıklı, karizmatik ve cool geliyor. ama bir yanılgıdan başkasına hiç geçesim yok:) 

simon bana her gün en az iki kez şu cümleyi kuruyor: i'm so glad i'm travelling with you rivka (seninle gezdiğim için çok mutluyum rivka). zannetmeyin ki bana bayıldığından. herif şuursuz ayıptır söylemesi, ne yöne gidiyoruz, nereye varacağız farkında olmadığı gibi sürekli yanlış yöne sapmaya çalışıyor! harita okuyamamasından bahsetmiyorum bile. cafeden çıkıyoruz, ayrı yönlere yürüyoruz sonra bir bakıyorum arkamdan koşan biri:) o kadar şeker ki.... hayır, bensiz varacağı yere varır mıydı? varırdı tabi ama fazladan 3 saat ve 40 km falan yürürdü:) e, bende yer-yön duygusu olmasa kendime güvenip bu kadar seyahat edebilir miydim? hem de çoğu zaman yalnız başıma.

bana "sadece uçak bileti pahalı, oraya vardığında ülke ucuz sorun yok" demişti pek çok insan. tabi insan kimlerle takıldığının da farkında olmalı, değil mi:)? 

mesela ben cebinde 20 tl zor olan biri olarak burayı epey pahalı buluyorum. şöyle ki montevideo istanbul'dan pahalı idi, bs. as. istanbul kadar pahalı. açıklayayım, ben kartpostal göndermesini seven bir insanım ve 1 pul = 11.5 tl. aynı şekilde kitap okumasını seven bir insanım. hadi çok bestseller okumam ama onlar nispeten daha orta karar fiyat olduğundan oradan örnek vereyim, mesela grinin 50 tonu = 88 tl diyeyim siz oradan devam edin. 

ne için biriktirdim? yemek için biriktirdim!!! ama kimse benden sakın hediye beklemesin, o iş yalan... 


dün akşam bir milongaya gittik ama öncesinde 1 saatlik bir tango dersi aldık. simon'un zoruyla yaptım. ben konsolosluk işlerini hallederken gizlice derse rezervasyon yapmış eşek! çok güzeldi ama anladık ki ne ben ne de simon tango yapabiliyoruz:) öğretmenlerimiz fotoları bizle paylaşınca daha detaylıca anlatırım. 

jueves, 20 de agosto de 2015

ve simon geldi!!!

ben zaten ondan önce veda yemeklerine başlamıştım...
cumartesi sergio ile yemeğe çıktık. inanmazsınız, gerçekten dediği kadar ünlü. kimse üstüne atlamıyor ama herkes kim olduğunu bildiği için sohbet ediyor. her şeyi geçiyorum, çok keyifli bir insan kendisi, gülmekten bir ara nefes alamadığımı hatırlıyorum. 




pazar zaten simon geldi ve benim tüm var ile yok arası olan rutinim orada bitti.

montevideo, yürüyerek 1 günde bitiyor. ve ben 47 gün geçirdim, helal bana!



tüm gün yürünür mü? biz yürüdük ve her şeyden bahsettik. uzun zamandır tanıdığınız biriyle konuşmanın rahatlığı gibisi yok. 

evet, tango yapmaya calisiyorum!
sonra zaten beklenen hareket başladı. pazartesi colonia’ya geçtik. 


colonia gerçekten küçük ama görülmeye değer bir kasaba. yine şansımıza güneşli bir gündü. hani böyle türkiye’de küçük bir kasabada vakit geçirirsiniz ya çok keyiflidir, işte o bizim için colonia idi. 


colonia için 1 gün fazla bile... öğlenine buenos aires için harekete geçtik.


sanki ido ile beşiktaş’tan kadıköy’e seyahat ediyoruz. 1 saate colonia'dan buenos aires'e geldik. 

 

buenos aires gözlemleri ve yorumları başka bir yazıya artık.

ps:
montevideo - colonia arası otobüs yolculuğunda telefon ile çikolatayı aynı cebe koymuşum. mal rivka! otobüs sıcak olunca tüm çikolata eriyip telefona sızmış!!! ağzım bozuktur demiştim değil mi? her ne kadar telefonum artık çok lezzetli ve güzel kokulu olsa da, bugün 500 arjantin pesosu (160 tl) verip, içini temizletmek zorunda kaldım. ama kamera ve ses maalesef pek düzelmedi. dolayısıyla whatsapp’tan ararsanız ve sizi duymakta zorlanırsam anlayışlı olmanızı bekliyorum.

pss: ulus öğretmenleri, sizi çok ama çok seviyorum! yeni akademik yılınız hayırlı olsun... 

jueves, 13 de agosto de 2015

hareket vakti...

bugün dördüncü ve son konuşmamı yaptım. çok saçma. zaten azıcık kişisin neden dört farklı cemaate ayrılıyorsun ki? 


neyse, cemaat işlerini bir kenara bırakırsak başka bir sorum var. 30 saat aralıksız yağmur yağar mı? garcía marquez'in yüzyıllık yalnızlığı'nda sanırım 5 sene aralıksız yağmur yağıyordu. bu ve başka birçok nedenden dolayı "büyülü gerçeklik" diyoruz o romana ama sanırım çıkış noktasını bugün keşfetmiş durumdayım. ayrıca, istanbul'a yağmur yağınca her yer gölet oluyor diye sinirlenmeyin. hiç yalnız değilmişiz. uruguay'ın çarpuk çurpuk kaldırımları ve nispeten daha düzgün yollarında da bizimkini aratmayan göletler mevcut. yarın, rafael, rosana, mark ve ben punta del este'ye gidecektik ama bu yağmurla zor görünüyor. şayet hava yine 180 derece döner de güneş açarsa yarın ya da cuma günübirlik gideceğiz. bakalım.

son 3 gün. uruguay maceram pazar günü sonlanıyor. sonlanıyor demek doğru değil aslında, 15 günlük bir kesintiye uğrayacak diyelim. ufak ufak kımıldanmalar var içimde, artık çantamı alıp gezmek ister modumdayım ve sabırsızlanıyorum, yalan değil. simon geliyor pazar günü (hayır okuldaki öğretmen simon f. değil, benim ta 15 sene önce kibbutzta tanıştığım simon w.) ve onunla beraber 15 günlük arjantin ve şili gezimize başlayacağız. evet, inanmazsınız bir arkadaşımı buraya gelmeye ikna etmeyi başardım! ben bile şoktayım. ama herkes ingilizce konuşuyor diye başka dil öğrenmeye çalışmazsanız simon gibi, dil bilen biriyle gezme fırsatını kaçırmazsınız ;)  

rotamız: montevideo-colonia-buenos aires- córdoba-mendoza- santiago de chile.  

yakın görünüyor ama fikriniz olsun diye söylüyorum
santiago - montevideo uçakla 2 saat
güney amerika hiç haritada göründüğü kadar kısa mesafelerden oluşmuyor! 

simon bu tatilin mottosunu "her şeye evet" olarak belirlediğini söyledi. çılgın fikri olan varsa duyayım zira kendisine birbirinden challenging öneriler sunup nereye kadar gideceğini göresim var:)

gereğinden fazla kaldığımı hissediyorum bu ülkede. bakmayın koskoca bir çeviri çıkardım aradan, ispanyol milliyetçiliği üzerine tam 85 sayfa dile kolay, son 30 sayfam kaldı, o da dönüşte inşallah... zaten planım da buydu ama türkiye'den kim uruguay'a gelip yerleşmek istiyorsa gelsin, başımın üstünde yeri var. ama istanbul'u hatta bence izmir'i bile çok özlersiniz ben size o kadar diyeyim. burayı sevmeyi öğreniyorsun, o da benim gibi çok niyet ettiysen. 

her tanıştığım insana mujika'yı soruyorum. çünkü aldığım veriler çelişiyor. tabi türkiye'de de hükümeti kime sorduğunuzla ilgili farklı yanıtlar alabiliyorsunuz, burada da öyle. seven var, sevmeyen var. artıları var, eksileri var. ama mujika'nın en sevmediğim işi neydi diye sorarsanız -ki konsoloslukta çalıştığım için beni ucundan da olsa etkiliyor- 45 suriyeli'nin uruguay'a yerleşmesine izin vermişti suriye'de savaş patlak verince. zamanında da az ama kendi nüfusuna göre mantıklı diye düşünmüştüm. ancak buraya gelince, işin mutfağına girince farklı şeyler duyuyor insan. duyduğuma göre sadece nobel barış ödülünü alabilmek için böyle bir işe kalkışmış. 

yerleşen ailelerden birinde daha ilk hafta aile içi şiddet yaşanınca adamı hapse atmışlar. benim bildiğim başka bir suriyeli aile, uruguay'ı beğenmediği için kalkıp vizesiz bir şekilde sırbistan'a gitmeye çalışırken atatürk havaalanında göz altına alındı. cumartesi'den beri o ailenin derdindeyiz ben ve biricik seval hanım. hayır, yapabileceğimiz bir şey olsa neyse. yani uruguay ve suriye işi öyle göründüğü gibi pek yürümüyor çift taraflı olarak. uruguay kültür şoku yaşıyor, suriyeliler daha beter kültür şoku yaşıyorlar. kim bu işten ne kazandı belli değil. biraz plansız programsız yapılmış sanırım.

durum neyse ne de,  ben gün aşırı dış işleri bakanlığına durum raporu yazdığımı biliyorum bir tek.   

martes, 11 de agosto de 2015

en son nerede kalmıştık?

neler neler birikti, neler neler oldu. çoğu size anlamsız ama benim hayatımı güzelleştiren ve bu seyahate çıktığıma şükrettiğim şeyler. 

en son ülke genelinde grev demiştik. bu uruguaylılar ne zaman grev yapacaklarını biliyorlar valla. 




berta bilir, tüm gece ayaktaydım. hayır, korktuğumdan falan değil, o kadar gürültülü ki hem şimşek, hem gökgürültüsü, sabah öğrendik dolu yağmış. normal bir hava hiç değildi o gece...

sabah bir uyandım ki akşamın etkisi devam ediyor, tam evde oturma çayını alıp kitap okuma havası. ama tekrarlıyorum, yaşasın iklim değişikliği! öğlen bir güneş açtı aklınız çıkar. atladım bisiklete başladım sokaklarda gezmeye. deniz çekiyor beni herhalde ya da burada her yol rambla'ya çıktığından mıdır nedir, bir baktım yine rambla'dayım. ana, tüm montevideo da burada! 

cuma daha hareketli geçti. janet diye biri daha var hayatımda, kim sormayın, uzun hikaye. onunla buluştuğumda 1.30pm idi, ayrıldığımızda 7pm. kahveler mi içilmedi, sohbetler mi edilmedi. dididi... akşamına sergio ile önce daha reformist bir sinagoga gittik, oradan da arkadaşlarıyla akşam yemeğine. bu arada sergio ile yaş ortalamamı 60a düşürdüm:) yemekteki arkadaşlarından biri dedi ki, 11de konsere gideceğiz, fazladan biletimiz var, gelmek ister misin? sizce ne demiş olabilirim? evet, beni iyi tanıdınız:) 

fernando cabrera - punto muerto - güzel müzik dinlemek isteyenler tıklasın

ben montevideo'da şu an sizle paylaşmak istemediğim birkaç büyülü an içinde bulundum. hani kendinizi bir filmin içinde hissettiğiniz, kendinizden soyutlandığınız, kalbinizin sonsuz mutlulukla dolduğu. bu konserde de oldu. bülent ortaçgil sever misiniz? müzik evrensel diyorsanız ve ne dediğini anlamak gibi bir derdiniz yoksa -ki google translate denen bir şey var artık- bence bir şans verin. 

hatta canım çekti, dileyen tıklasın - no te va gustar & fernando cabrera - el instrumento

sene 2012, bordo'dayız iremle, sokaklarda kaybolmuş geziyoruz. ben bir şarkı duydum, ispanyol ritmi, belli. shazaam yapalım dedik internetimiz yok diye yapamadık. ben sözleri duymaya çalışıyorum, işlek bir yol kelime ya da cümleleri seçemiyorum. tek çare kapıyı çalmak. çaldım tabi, şarkının adını grubu sorup gideceğim. ama müziğin sesi o kadar yüksekti ki kapıyı kimse açmadı:( kös kös otele döndüğümüzü hatırlarım ama yeni teknoloji akıllı. kaydetmiş meğerse. grup uruguaylı çıkmasın mı!!! hayat garip tesadüflerden oluşuyor. canım abim sağolsun, ertesi gün no te va a gustar adlı grubun diskografisi elimdeydi. görünce ki no te va gustar, fernando cabrera ile düet yapmış... mutluluk ve küçük şeyler ilişkisi... 

devam! 

cumartesi akşam noche israelí (israel gecesi), cemaat düzenliyor. tabi ki gideceğim. rosana ve mark da gelecek. dans var, içki var, falafel ve döner var. var da var... 


bu insanlar bana ne iyi baktılar be. can bunlar, can!
uruguay'da bence güzel müzik dinliyorlar. otobüste, restoranda, bu gecede de. güzel müzikten kastım benim dinlediğim müzik tabi ki de:) queen, beatles, sting, ace of base, unuttuğumuz ve aklımıza gelmeyen daha nice 80ler, 90lar. hastasıyım! israel gecesi ama bu, en başta horalar mı tepmedik, hava nagilalarda mı dans etmedik...
mavi gömlek rivka, sağındaki beyazlı rosana:)
şimdi bu organizasyonun her organizasyon gibi sıkıntıları vardı. ama en büyük sıkıntısı neydi biliyor musunuz? 



   
içki bölümüne bu zibidileri koymuşlar!!! ajajajajaja:) dedim, suratımı hatırlayın ben daha buraya çok geleceğim. içki bedava değil he, paralı... idi. en son ama en en son çocuklarla bir şişe vodka devirdiğimizi, pist yerine içki yerinde bu zibidilerle dans ettiğimi hayal meyal hatırlıyorum. 24ünde parti var gelsene dediler. yokum, olaydım tehey tehey. 

şu yaş ortalamasına bir denge bulsam ya artık! 

tabi bu sırada, rosana ve mark beni bırakıp gitmişler, ajajaja:) rafael ile karısının başına kaldım... eve vardım mı, vardım, sorun yok. dünyanın bir ucuna geldim değişen bir şey yok. her yerde rezilim, epey istikrarlıyım ama:) ah murat hoca, yoksun ki... 

tüm bu civcivin ortasında, martin mesaj atmasın mı? atatürk havalanında suriyeli bir aileyi gözaltına almışlar. alırlar tabi, vizesiz niye seyahat ediyorsun? hem sanane elin uruguayı? martin şimdi sırası mı allah aşkına? diyemedim, hepsi içimde patladı. ama şunu bilirim insan sarhoşken bırak suriyeli aileyi kendini bile kurtaramaz.

jueves, 6 de agosto de 2015

uruguay ve sorunları

dün sabah çok uzun zaman sonra 6.30da kalktım. bence kimse 6.30da kalkmamalı. 6.30u geç, hava karanlıkken uyanıp, evden hâlâ hava karanlıkken çıkmamalı. tabi burada hava 8de aydınlandığı için aslında karanlıkta uyanmaktan başka çare yok ama insan keşke demekten de kendini alamıyor hani.

kalktık, rosana'yla çalıştığı okula gittik. hazır öğretmendim ya, o da öğretmen ya, ben uruguay'da bir okul görmek istiyorum, o da öğrencilerinin ingilizce konuşmaları için çabalamalarını istiyor. plan basit: ispanyolca bilmeyen yabancı bir misafir olarak sınıfa girip ingilizce konuşacağım, kuzucuklara pratik olacak. ben de hangi ispanyolca konuşan arkadaşım gelse istanbul'a zorla okula getirip sınıflarıma soktuğum için biliyorum, bulunmaz madendir yabancı. 


şimdiden çok özlemişim... sınıfta olmayı, öğrencilerle sohbet etmeyi, "yapabilirsin, haydi, dene" diyerek sırt sıvazlamayı. belki hiç yaz ve yaz tatili moduna geçmediğim içindir özlemim. belki de o defteri kapattığım içindir. belki de öğretmenliği hakikatten sevdiğim içindir bilemedim. 

ama özlememişim de... sınıf var sınıf var tabi. bir sınıfa girdik ki eşek sıpaları tabirinin canlı kanıtları. garip garip ses çıkaranlar, uyuyanlar, cep telefonuyla oynayanlar, aynı anda konuşanlar, listenin sonu gelmiyor. bir baktım sesimi duyurmak için bağırıyorum. dedim "manyak mısın rivka, senin sınıfın değil, bir şeyin değil, neden kendini paralıyorsun?" oturdum öğretmen masasına verdim sazı rosana'nın eline. ama işte içim kıpır kıpır, duramıyorum. kalkıp "yapabilirsin, haydi, dene" diyerek bu sefer kendime gaz veriyorum.

ne güzel gülüyor kuzucuklar, değiiiill???
rosana'nın okulu özel ama bizdekinin aksine burada özel demek illaki pahalı ve lüks okul demek anlamına gelmiyor. uruguay'da eğitimi devlet karşılıyor, ücretsiz ve dediklerine göre kaliteli, iyi eğitim veriyorlar. ayrıca devlet okulları laik, din dersi, dini obje/görüş barınamıyor. 

özel okullar ise belirli bir ideolojiyi yaymak için açılmış okullar oluyormuş genelde. rosana'nınki katolik bir okul ve çok yoksul bir okul. öğrenciler kadar okulun kendisi de yoksul ve sorunlu. her dağın kendine göre karı var ya, aynı hesap. ben kendi okulumda nelerden şikayet ediyordum, burada o imkanların yarısı bile yok. detaya girmeyeceğim, döndüğümde daha uzun anlatırım ama tahta kalemi bile yok diyeyim, öğretmen odasında öğretmenlerin oturabileceği kadar iskemle bile yok diyeyim (öğretmenlerin kendine ait zümre ve masaları zaten yok, ortak tek bir odaları var), hatta sifonda su yok diyeyim siz gerisini tahmin edin.

cuma günü de iki tane yahudi okulunu gezeceğim; biri laik, biri imam hatip tarzıymış. derse girme şansım olacak mi bilmiyorum ama deneyeceğim.
--------  
yarın ülke genelinde grev var. ülke genelinde grev olur mu be, nereden geliyor bu değirmenin suyu da greve gidiyorsunuz diye sorabilirsiniz. ben sordum. cevaben ayranımız yok içmeye ama sürekli grevdeyiz maşallah dediler. maaşlara zam greviymiş yarınki. benim konuştuğum hiç kimse grevi desteklemiyor ama burada sendikalar çok kuvvetli olduğu için uygulamak zorunda kalıyorlarmış. hatta bazı özel kurumlarda işe gitmek isteyenleri kapıda durdurup içeri sokmuyorlarmış. geçen yine eğitimle ilgili bir grev olmuş. "ben işe gitmek istiyorum ama sendika izin vermiyor" diye eğitim bakanlığına gidip imza vermen gerekiyormuş maaşından kesinti yapmasınlar diye.   

uzun lafın kısası yarın devlete ait her şey kapalı (toplu taşıma dahil). e hal böyle olunca, özel sektörde çalışanlar işe nasıl gidecek sorusu peyda oluyor. cevap basit: onlar da işe gitmeyecek, tüm ülke yarın tatil yapacak. beni bilirsiniz çok ekonomi, para ve sayı işlerinden anlamam ama tüm ülkeyi bir gün fazladan kapatmak pahalıya mal olsa gerek. hayır ülke zaten pahalı, hatta epey pahalı, sonra yine kendilerinden çıkacaksa hesap bana saçma geldi ama zaten benim hesabım çoğunlukla yanlıştır deyip susuyorum. vardır elbet bir bildikleri. 

bugün komşuyla uzun uzun sohbet ettik. uruguay'da yaklaşık 30-40 bin civarında asker varmış. evet dedim, bende her yerde orduya ait lojman, birlik, merkez görüyorum da anlam veremiyorum. savaşa girmeyeceğiniz gibi girseniz 3 milyonla o iş zor dedim. sorma, orduya hiçbir şekilde ihtiyacımız yok ama bir türlü de başımızdan atamıyoruz dedi. atamadığımız gibi hiçbir işe yaramıyor ve sürekli ödediğimiz vergiler onları beslemeye gidiyor dedi. geçen yine bir protesto olmuş orduyla ilgili (gördüğünüz gibi uruguay'da sürekli grev ve protesto var)  ama o 30bin askerin de baktığı aileler ve yüksek rütbeli askerler devreye girdiği için ordu sorunu olduğu gibi bırakılmış. uruguay uzaktan güzel ve keyifli ama içine girince ve ufak ufak deşmeye başlayınca her ülke gibi sorunları ortaya çıkmaya başlıyor.    

yarın bisikletle çıkıp gezmeye çalışacağım şehri. bakalım ülke genelinde grev nasıl bir şey. gerçi bugün çok rüzgar var ve yarın da sevimsiz olacakmış hava diyorlar ama grev var diye tüm gün eve kapanacak değilim. 

bu öğlen sonunda sergio ile beklenen kahveyi içtik, daha ziyadesiyle bira içtik ama olsun. o da beni gezdirecekmiş. uruguay misafirperverliği, türk misafirperverliğiyle yarışır, ben size o kadar diyim. rafael epey gezdirdi, zaten montevideo ufak, yer kalmadı dedim, bulunur sen dert etme dedi. 

montevideo'nun en gereksiz köşeleri hazır mısın? ben geliyorum!
------------   
birkaç gün önce uruguay milli takımıyla ilgili yazdığım yazıya bir iki düzeltme. uruguay, lübnan'a değil, ürdün'e gitmiş. 5 - 0 yenip dönmüş. helal! ben de sergio'yla haifa'da değil, hertzeliya'da kahve içmişim. aynı kişiyle beş kez tanışan biri olarak, bu ufak unutkanlıklar mahzur görülebilir bence:) 

miércoles, 5 de agosto de 2015

sorun sende değil bende

insan her gittiği yere kendisini de götürüyor ya, siz nasılsanız sevabınızı - günahınızı, hobilerinizi - sorunlarınızı ve sakinliğinizi - koşturmacanızı da beraberinizde götürüyorsunuz her yere. 

e ben buraya dinlenmeye, sakinlemeye gelmiştim ya la! sabahları çeviri (iş), öğlenleri -bu aralar akşamları da- gezme (sosyal hayat), bir baktım istanbul'daki aynı yaşantımı ve ritmimi burada da kurmuşum. geçenlerde bir tam gün evden çıkmayıp dinlenmiştim. dün 9.30da yorgunluktan içim geçmiş. o kadar koştur koştur bir hafta sonu...

cumartesi evden çıkışım 11 am, dönüşüm 1.30 am, vay arkadaş! 14 buçuk sokaklarda ne yaptın be kadın diye sorabilirsiniz. valla bir öğlen yemeğine davetliydim, oradan çıkıp rambla'da azıcık yürüdüm, sonra buradaki tanışlarla bir stand-up'a gittim, çıkışta yemeğe gittik derken derken saatler geçmiş. e pazar konser vardı solis'de, ne yapayım gitmeyeyim mi? 

dün de buradaki kadınlar kolu beni sohbete davet ettiler sağ olsunlar.

aklımdaki sohbet düzeni bu değildi!!!
sohbet deyince insanın aklına daha samimi bir şey geliyor. bu bildiğiniz benim ara ara gittiğim konferanslar ve seminerler tadında bir düzeneği olan bir toplaşmaydı. allahtan hem dil, hem konuşma tekniği hem de aklınıza gelebilecek her açıdan antremanlıyım ve tabi ki de hazırlıklıyım. hayatta salla pati iş yapmam, beni bilirsiniz;) 

ay konuş konuş konuş, sorular sorular sorular... avlastina bol derler ya, işte o durum. keyifliydi ama yorucuydu da epey. 

"yo qué sé - nereden bileyim" ifadem:)
ben tabi böyle konuşmam falan olunca aslında epey geriliyorum, yemekten kesiliyorum, uykudan kesiliyorum, midemle tuvalet arasındaki sıkı ilişkiden bahsetmiyorum bile... ki bu, bir cemaat kolu konuşması, siz beni bir de akademik dünyamdaki bir konferans öncesi görün, hatta yok görmeyin...

bir, düzgün hazırlanmış olmak istiyorum; iki, doğru bilgiyi doğru aktarmak istiyorum; üç, kendimi kullandığım yabancı dilde düzgün ifade edeyim istiyorum ki şimdiye kadar dille ilgili hiçbir sorun yaşamadığım gibi bazen hayrete de düşmüşlüğüm var tabi..."lan, uyanır uyanmaz zırt diye nasıl başka bir dilde senelerdir konuşuyormuşsun gibi sıkıntı çekmeden konuşuyorsun, helal sana kız!" demişliğim var kendime birkaç kez:) bazı şaşırmışlar bana ispanya'nın neresindensin diye soruyor, daha da kendini şaşıranlar uruguay'ın neresindensin diyor ama onları ciddiye hiç almıyorum, onlar epey şaşkın kategorisindeler zira ispanyol grameri, kelime dağarcığı ve telaffuzuyla uruguay grameri, kelime dağarcığı ve telaffuzu arasında fark var ve ben uruguay'ınkine geçerek öğrendiğim ispanyolcaya ihanet etmemek için (ve kaybetmemek için tabi) üstün çabalar içerisindeyim. 

gibi gibi kaygılar... dün, rafael de aklınca bana moral veriyor: "amaaan bunlar kadınlar kolu, hepsi yaşlı, ne desen beğenecekler. esas yarın akşam çok sıkıntılı olacak, sen ona hazırlan!"  yuh! böyle moral mi olur be adam!!!


bu akşam da ikinci round vardı, aşkenaz cemaatine. neyse, oraya beklediğimden daha az insan geldi ama bu daha az müşkülpesent oldukları anlamına gelmiyor. daha zor sorular, daha yanlı sorular, daha sıkıştırıcı sorular vardı bu akşam masada. rafael çok da haksız sayılmazmış ama o kadar da korkunç değildi. haftaya da son olarak sefarad cemaatiyle var. bakalım o nasıl olacak. 

bu akşamdan resim olmayacak hiç elimde sanırım çünkü sadece beni ilgiyle dinleyen insanlar gördüm, kimse resim çekmek derdinde değildi ki bence tadından yenmez bir durumdu. tabi bu gece yine aynı düzen vardı ama tek farkla: kürsü var dolayısıyla ayaktasın. 

kürsüye de ulus oditoryumu'ndan eğitimliyim. beni kürsüyle mi korkutacaksın ey uruguay cemaati!!!  

yengeeee atkıyı senden çarptıydım, hatırladın mı?:) mucx

sábado, 1 de agosto de 2015

bazıları çirkin sever

bu akşam da şabat yemeğine davetliydim ve geçen haftakinden sonra biraz tedirgindim ne yalan söyleyeyim. bir de tuz biber olarak dün rafael bana birkaç ekstra bilgi verdi ama ben daveti çoktan kabul etmiş bulunmuştum; davet edenin karısı epey dindarmış ve görev süresi dolan rabi de uruguay'daki son şabat yemeğini dostlarının evinde (yani beni davet eden kadının evinde) yiyecekmiş. zaten bu iki bilgi tüm günümü kendime haram etmeye yetti. 

annemle telefonda konuşurken, "anne, akşam yemeğe davetliydim ya, rabi de gelecekmiş yemeğe, ben ne yapacağım ya?" diye yakındığımda, "hayırdır, rabiyi sana mı yapacaklarmış?" diye sordu! pes, bir ana, kızına böyle der mi! beklentiler yüksek, başıma gelenler saçma, korkular tavan yapmış durumda. 

ama gelin görün ki muhteşem bir akşam yemeği, 16 kişiden oluşan şahane internasyonel bir ortam: ukraynalı rabi, karısı ve dört çocuğuyla geldi. çocuklar büyüyünce model olabilirler, şimdiden o kadar güzeller. uruguaylı bir çift, israelli bir çift, ev sahibi çift, ev sahibinin iki oğlu, bir ben ve bir de... 

daha kapıdan girer girmez kanımın kaynadığı ve aynı anda zaten olmayacağını anladığım ben yaş bir çocuk. uruguay'da tanıştığım ilk ben yaş ve "ne sempatik, ne güler yüzlü, ne tatlı lan bu çocuk!" dediğim adamın dört bir yanından tzitzit (dindar yahudilerin içine giydiği püsküllü yeleğin püskülleri) sarkıyor:(   

e bende piercing, onda tzitzit zaten o iş yalan da... yemekte yan yana düştük. çok uzun zamandır aramızda bir şey geçme potansiyelinin sıfır olduğunu yüzde yüz bilmenin iç rahatlığıyla (ve biraz da hüznüyle) sohbet etmemiştim. bir de komik çıkmaz mı! e insan üzülüyor tabi. ben dine dönmeyeceğim, o dini bırakmayacak. kısmet.        

yemeğe başladığımızda 11.15 pm, yemek sonrası duayı okuduğumuzdaysa 12.45 am idi. delirmiş bunlar! ben çok dindar ve çok sıkıcı bir yemek olacak derken, çok eğlenceli, bol şakalı ve fıkralı çok keyifli bir gecenin içinde buldum kendimi. ukraynalı rabi inanılmaz eğlenceliydi, çocuklarından eitan dünya tatlısıydı, benimkisinden (nereden hemen benimkisi olduysa) bahsetmiyorum bile... offff. insan üzülüyor biliyor musunuz? bendeki de ne kısmetse artık.

neyse, resmen burada yediğim önümde yemediğim arkamda yaşatılıyorum. cemaat bana çok iyi bakıyor. sürekli yemeklere davet ediliyorum, eve bırakılıyorum, cemaat olaylarına rafael bana davetiye veriyor, dışarıda ağırlandığımda yemekler/kahveler ısmarlanıyor vs. hem cemaatten de evvel rosana bana evinin kapılarını açmamış mıydı? evet, türkiye'deki hayatımın aynısını burada da kurmayı başardım! aferin bana kız:) 

gökhan hoca al artık bodrum'da şu evi yaaaa!!!!

şabat olduğundan foto çekemiyoruz ona üzülüyorum. bu akşam sinagogda geçen sefer bana bubi tuzağı kuran adam haftaya yine gel dedi. gider miyim be! başkasına sözüm var deyip af diledim. hayatta da gitmem (siz, aklımdan geçen küfürle "hayatta da" kısmını değiştirebilirsiniz). ama yarın başka bir eve davetliyim. bakalım orada başıma neler gelecek.